Mesleğim gereği Türkiye’de bizzat gidip gördüğüm yer sayısı epeyce fazladır. Ülkemiz öylesine zengin bir coğrafyaya sahip ki her köşesi ayrı güzellikler barındırıyor içerisinde. Yeter ki gitmeye görmeye gönlünüz olsun.
İnsan bazen yaşadığı bölgeye kör kalabiliyor, hele benim şehrimde. Yüzümüzü öylesine batıya dönmüşüz ki sahip olduğumuz cevherlerin farkına dahi varamamışız. En azından benim için durum böyle…
Bir arkadaş sohbetinde ‘Moryayla’yı gördünüz mü?’ sorusu ile tanıştım daha önce hiç bilmediğim o muhteşem güzellikle…
Ora neresi diye sorduğumda İspir dediler. Hiç bilmiyorum, ‘Erzurum’un yaylası çoktur hepsini bilmemize imkan yok’ diyebildim.
***
Hayır, bu öyle sıradan bir yayla değil, bahar ve yaz aylarında dağlar, çiçekler, kelebekler, bölgede her ne varsa hepsi mor renge bürünüyor. Yaylanın zirvesinde 7 ayrı göl var, adeta cennetten bir köşe. Mutlaka görülmeli fikri ortaya çıkınca rotayı gece vakti İspir’e çevirdim.
Yaylaya gitmek için yola çıktık ama Gölyurt Dağını aşmak yaylaya gitmekten daha zahmetli. Bir kez daha bitirilemeyen Dallıkavak ve Kırık Tünellerinin bölge için ne kadar önemli olduğuna şahit oldum.
İspir’de düzenlenen tarihi panayır nedeniyle konaklama imkanı kısıtlı olunca yakanın öbür tarafından bulunan bir termal otelde geceyi geçirip sabahın ilk ışıklarıyla yaylaya doğru yola çıktık.
Ovit Tüneline doğru ilerlerken Rize ayağında devasa viyadükler irili ufaklı tüneller dikkatimi çekti. Tüm bu çalışmalar inşası hala devam eden Rize Limanına ulaşım için yapılıyordu. Erzurum projenin en can alıcı noktası ama bizde işler pek Rize ayağındaki gibi ilerlemiyor.
Yol boyunca çalışmaları izledim camdan, sonra kabahat kimde diye düşündüm. Hepimizde dedim içten içe. Eğer sen toprağını tanımaz, sahip çıkmazsan hiç kimse senin adına mücadele etmez diye geçirdim aklımdan…
***
Neyse konumuz Moryayla, ilerleyelim…
Ovit Tünelini geçip İspir’e yaklaşınca Moryayla 7 göller tabelası karşıladı bizi. Adı yayla olunca yolu da şanına yakışır oluyor doğal olarak. Neyse ki hazırlıklıydık, arazi aracı ile yola çıkmıştık.
Yaylaya doğru ilerlerken bir şantiye dikkatimizi çekti. Türkiye de tanınan bir maden firmasının bölgede Kurşun, Çinko ve Krom çıkardığını öğrendik.
Firma zirveye kurduğu fabrika ile çıkardığı madenleri yerinde ayrıştırıp Rize Limanı üzerinden deniz yolu ile İstanbul’a gönderiyor. Dağın başında onlarca insan harıl harıl çalışıyor…
Biz ise ilk kez geldiğimiz kendi memleketimizde yol bulmaya çalışıyorduk!
***
Sarp yamaçları aşıp Moryayla Köyüne vardık. Yeşillikler içindeki köyde, uzun yıllar önce oluşturulan okuldan bozma müze karşıladı bizi. Zaman içinde unutulmaya yüz tutmuş, tüm yaşanmışlıkların sergilendiği minik müzede çocukluk yıllarımıza geri döndük. Öylesine güzel dizayn edilmiş ki eskiye dair ne ararsanız var, gıpta ettim…
Elbette köy sakinleri bunları ‘nostalji olsun, torunlarımız görsün’ diye böyle bir şey yapmamıştı. 70’li yıllar ve sonrasında dünyanın bir ucundan gelen kampçı turistler, köy sakinlerinin fikir babası olmuş.
Biz bu köyü çok tanımıyoruz ama elin Hans’ı Nicole’sı biliyormuş. Yılın belli ayında mutlaka bu yaylaya gitmek için Moryayla köyüne uğrayıp, bir bardak ayranlarını içiyormuş. Hatta 90’lı yıllara kadar köy halkı evlerini turistlere pansiyon olarak kiralıyormuş. Kent turizmle tanışmadan evvel zaman önce İspirli Moryayla sakinleri turizm yapıyormuş…
***
Kısa bir molanın ardından bu kez 3200 rakımda bulunan 7 göller için tekrar yola koyulduk. Sarp kayalıklar ve aşılmaz vadilerin arasında dakikalar geçmek bilmiyor. Zirveye vardığımızda ise bizi inanılmaz bir manzara karşılıyor. 7 ayrı gölü içinde barındıran Kaçkar Dağlarının çevrelediği muazzam manzara görülmeye değer…
Çok geç kalmışız, hem Moryayla!nın hem de 7 göllerin mora bürünmüş halini göremedik. Mevsim sonbahar olunca her yer sararmış, hazan renkleri hakim olmuştu bölgeye…
***
Zirvede yalnız değildik…
Bölgeyi çoktan keşfeden profesyonel kampçılar, ateşlerini yakmış kahvelerini yudumluyorlardı. Antalya’dan hatta Dubai’den gelen turistlerle selamlaştık…
Geceyi 7 göllerde geçiren kampçılar, yolun sıkıntısından bahsederek ‘böylesine bir yer şimdiye kadar nasıl tanıtılmaz’ diye dert yandı. Haklılardı…
Bir Uzungöl hikayesi ile Trabzon ve yaylaları üne kavuştu, turizm cenneti oldu. Bizim de elimizde böylesine bir doğa harikası var ama satamıyoruz. Yerini bile bilmiyoruz. Bu ayıp da bize yetti, arttı bile…
Bu yolculukta bir kez daha Erzurum’un kalkınmasında turizmin önemli başlıklar arasında olduğuna şahitlik ettim. Yalnızca Palandöken ile alınacak bir yol değil turizm…
İspir, Uzundere, Hınıs, önemli turizm destinasyonuna sahip. Eğer doğru bir planlama yapılabilirse bu kent turist çeker ve büyük bir etkileşim olur.