ÜLKÜCÜLER MEYDANLARA ÇIKARSA EĞER NE OLUR?
Şenol KANTARCI
Taksim Gezi Parkı Olayları’nın ilk haftasında kaleme almış olduğum “Gezi Parkı Olaylarının Didaktik Analizi” başlıklı yazımın sonuç kısmında “Bu kriz, bir Türk Baharı değildir. Ancak şurası bir gerçek ki, sosyal bir patlamanın ön provası olarak değerlendirilebilir. Türkiye’de bundan sonraki siyasi gelişmelerin seyri, anlaşıldığı kadarıyla gerçek bir Türk Baharı olup olmayacağının ipuçlarını verecektir.”demiştim.
Aynı makalede Gezi Parkı protestolarının önce masum bir çevrecilik hareketiyle başladığını ancak kısa sürede hükümetin yanlış politikası yüzünden “hükümet istifa” sloganlarıyla bütün Türkiye’yi saran kitlesel bir başkaldırıya dönüştüğünü, bunda da protestoculara orantısız güç kullanımı emrini veren iktidarın büyük rolü olduğunu belirtmiştim.
Gezi Parkı protestolarının yapıldığı ilk hafta, hemen her görüşten, her düşünceden Türkiye genelinde milyonlarca insan meydanlardaydı. Böylesine büyük bir kitle hareketini sadece ‘bir takım uluslararası güçler organize etti ve sokaklara döktü şeklinde’ değerlendirmek sığ bir yaklaşımdan başka bir şey olmayacaktır. Zira gösterilerin ilk haftasında (iktidar yanlısı) görsel medya hariç sosyal medyada görüldü ki, şu andaki mevcut iktidara oy vermiş olanların bir kısmı da aktif olarak protestolara katılmamış olsalar dahi protestoculara hak verdiler.
Sonuç itibarıyla toplumun hemen her kesiminde önemli bir rahatsızlık hali mevcuttu. Öyle ki toplumun önemli bir kısmının sağ/sol milliyetçi olduğu bir kitleyi dış güçlerin evlerinden çıkartıp meydanlara sürüklemesi gibi bir düşünceyi savunmak, komplo teorisyenlerini bile altta bırakacak bir yaklaşımdır.
Gezi parkı olaylarında toplumun farklı kesimlerinden insanları protestolara iten en önemli neden (her ne kadar son birkaç yıllık bir birikim olsa da) özellikle son birkaç ay içerisinde Türkiye’de cereyan eden siyasal gelişmelerin seyri olmuştur. Türkiye’yi sadece kendi penceresinden gören ve kendi kendisini kendi medyasından izleyen mevcut iktidar, toplumdaki gerilmeyi hesap edememiştir.
Açılım adıyla PKK ile yapılan müzakereler ve bu müzakerelerde nelerin pazarlık konusu yapıldığının bilinmemesi, resmi kurumlardan “T.C.” ibarelerinin kaldırılmaya başlanması, Anayasa’dan ‘Türk’, ‘Türk Milleti’ ibarelerinin çıkartılacağı söylemlerinin zikredilmesi, Nevruz gösterilerinde PKK bayrakları ve Öcalan posterlerinin açılmış olması hatta PKKlı teröristlerin ellerinde Keleş marka silahlarıyla göstericiler arasında bulunması, polisin hiçbir şekilde buna müdahalesinin olmaması, Akîller Heyeti toplantılarına Türk Bayrağı’nın sokulmak istenmemesi, Yerel Yönetimler Yasası, Başkanlık sistemi tartışmaları ve bu sistemle Türkiye’nin federasyonlara bölüneceği endişelerinin artması, çıkartılan çeşitli yasalarla KCK’lılar hapishanelerden çıkartılırken, Ergenekon süreciyle Genelkurmay eski Başkanı, kuvvet komutanları ve yüzlerce insanın henüz üzerlerine atılı suçlar kesinleşmeden hapishanelerde tutulması ve birçoğunun yaklaşık 4-5 yıldır hapishanelerde tutulması, tutukluluk sürelerinin uzatılması, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde Alevilerin oturdukları evlere işaretlerin konulması, alkol yasası sonrasında ‘iki ayyaş’ tabirinin kullanılması, üçüncü köprünün isminin Yavuz Sultan Selim olacağının açıklanması, milli bayramlara gerekli hassasiyetin gösterilmemesi gibi daha bir çok gelişme toplumun fay hattında önemli bir enerji birikimine sebebiyet vermiş ve bu enerji birikimi de Gezi Parkı depremini ortaya çıkartmıştır.
Ülkücülerin Protestolara Bakışı
Protestolara Ülkücü camiadan önemli bir kesim katılmakla beraber, katılmayanlar da ilk hafta cereyan eden protestoları desteklemişlerdir. Ancak olayın boyutu bir anda özellikle Taksim meydanında AKM’nin üzerine çeşitli radikal grupların bayrakları asılınca ve gösteriler boyut değişikliğine uğrattırılmaya başladığında Ülkücü camia desteğini çekmiştir. Yani Gezi Parkı olaylarında Ülkücü camia örgütlü olarak olayların içerisinde yer almamış ve örgütlü bir şekilde meydanlara inmemiştir.
Öncelikle şunu ifade etmekte fayda olduğunu düşünüyorum, Gezi Parkı olaylarıyla beraber sosyal medyada ve çeşitli internet sitelerinde Ülkücülerin sokaklara inip inmemesi meselesi tartışılmış ve hala da tartışılmaktadır. Burada önemli bir terminoloji hatası bulunmaktadır. Bu terminoloji hatası “sokak” kavramı üzerinedir. Çünkü Ülkücüler “sokağa” inmez, Ülkücüler çıkarlarsa eğer meydanlara çıkarlar.
Milliyetçilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan çeşitli kalemşorlar tarafından Milliyetçi Hareket Partisi’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli için ‘Ülkücüleri sokaktan çekti’, ‘Devlet Bey şöyle iyi yaptı, böyle iyi yaptı’ şeklinde zaman zaman çeşitli medya organlarında söylemler ve yazılar yer almıştır.
Doğrudur, 12 Eylül dönemini hareketin içerisinde yaşamış, tecrübe etmiş değerli bir bilge lider olarak Devlet Bey, yeni nesil Türk Milliyetçilerini sokaklardan uzak tutmuştur. Ancak bu uzak tutuş sadece sokaklardan uzak tutuş olmuştur. Bu demek değildir ki, Türkiye’yi her geçen gün saran, ülkeyi bölünme noktasına taşıyan olaylar zinciri karşısında Devlet Bey Ülkücüleri meydanlardan da uzak tutacaktır. Artık öyle bir sürece gelinmiştir ki, Teröristbaşı’nın serbest bırakılacağı fantezisi, PKK’nın şehitlik açtığı, PKK’nın GSM operatörleri kurdurtacağı, bin yıllık Türk İslâm yurdu olan Güney Doğu’nun Kürdistan olacağı söylemleriyle Türk Milliyetçilerinin sabrı taşma noktasındadır.
Türk Milliyetçilerinin tercihi, birlikten, bütünlükten ve tek millet olmaktan yanadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin milliyetçilik tanımı, her sosyal kesimi kucaklayan, her aidiyeti bağrına basan kardeşlik olgusudur.
Türk Milliyetçileri, büyük Türkiye’nin geleceğini, milli birlik ve beraberlik temelinde gören bir anlayışla savunmaktadır. Söz konusu savunusunu da MHP olarak temsili demokrasi ile devam ettirmektedir. Bunu da demokratik teamüllerle parti çalışmaları, çeşitli mitingler ve muhalefet anlayışı çerçevesi içerisinde sürdürmektedir. Ve henüz Ülkücüler tartışıldığı manada (yani Gezi Parkı anlayışı ile) meydanlara inmemişlerdir.
Ancak eğer Ülkücüler (Gezi Parkı anlayışı ile) meydanlara çıkarsa:
Gazze’ye, Mısır’a verilen önemin neden Kerkük’e, katledilen Kerkük Türklerine, neden Çin zulmü altında inleyen Doğu Türkistan’a verilmediğinin hesabını sormak için çıkar meydanlara.
Ülkücüler meydanlara çıkarsa, adına açılım/demokrasi yaftalarını yapıştırarak mikro Kürtçü ırkçı kafatasçılık yapanlara hesap sormak için olur bu.
Ülkücüler, PKK’yla ne tür bir pazarlığın yapıldığını ve bunun hesabını sormaya çıkar meydanlara.
Ramazan’da iftar yemeklerinde veya diğer önemli günlerde iktidara yakınlaştırılmış, özenle seçilmiş olan bazı şehit ve gazi aileleri de hatta evinde tutulduğu iddia edilen yüzde 50 de Ülkücülerin yanında saf tutmak için çıkar meydanlara.
Bu, ne tencere tava dövmeye benzer ne de alternatif kutuplaştırma söylemlerine.
Ülkücüler meydanlara çıkınca oyun bozulur. Polis de safını belirler asker de. Ülkücüler meydanlara indiği zaman Türk polisi de Muhammed Mustafa’nın (S.A.V) ismiyle şereflenmiş olan Mehmetçik de bu ülkenin üniter yapısını savunanların yanında yer alır ve o zaman Türk ordusu 35. Maddeyi de, 36. Paraleli de kaale almaz.
Ülkücüler meydanlara inerse eğer;
Öncelikle hükümette çatlamalar ortaya çıkar. Çünkü hiçbir hükümet yetkilisi yıllardır meydanlardan uzak duran Ülkücülerin meydanlarda söyleyeceklerini tabanına anlatamaz. Ya Mısır jargonunu kullanacaktır ya da son dönemde karşısına aldığı ama bunu ifade edemediği Batı’nın jargonunu kullanacaktır mevcut iktidar. Kaldı ki, bu durum da tabanlarında zemin bulamayacak bir söylem olacaktır. Açılım, saçılım, çok dil, federasyon, Anayasa hazırlığı içindeki hükümetin şu an için dillendiremediği ama sahaya inen Ülkücülere cevap verme noktasında zorlanacağı ifadeler olacaktır.
Son sözü daha söylemeyen Ülkücüler sahada hükümetin fitilini ateşleyeceklerdir. Meclise girmeye hazırlanan İmralı haddini bilecek, prostatına iyi bakacaktır. Yandaş, candaş, yoldaş ne kadar basın, medya patronu varsa attığı manşetlere, yaptığı sipariş programlara, çanak röportajlara dikkat etmek zorunda kalacaklardır. Ne kadar sermaye varsa ticaretine, aldığına – sattığına dikkat edecektir.
Ve işte o zaman mevcut iktidar, ‘bu iş dış güçlerin oyunu’, ‘faiz lobisinin işi’, ‘camide içki içtiler’ diyemez, mitingler yaparak herkes evine bayrak assın diye telkinde de bulunamaz, çünkü bayraklar, bayraklaşmış yürekler zaten meydanlara inmiş olacaktır.
nerde o günler seksenden öncede akıncı gençlik vardı o zamanda kahbece arkadan vururlardı şimdikde devleti arkadan vuruyorlar