MISIR’DA MURSİ’Yİ, SİSİ’Yİ TÜRKİYE’DE İSE HÜKÜMET RİCALİNİ ANLAMAK
3 Temmuz 2013’te Mısır ordusunun vesayeti altına giren Mısır yönetimi ve Mısır’daki son gelişmeler küresel ve bölgesel aktörler tarafından farklı şekillerde yorumlandı.
Amerikan yönetimi, Mısır’daki gelişmelerden memnun bir politika sergilerken, benzer tutumu Avrupa Birliği takınmış durumda. Bölgede ise, Katar, Filistin, İran, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirliği ve Arap Birliği durumdan gayet memnun bir hava içerisinde.
Mısır’daki son gelişmeler hiç şüphesiz bölgede en çok Suriye’de Esad’ın ekmeğine yağ sürmüş durumda. Açıkça görülen o ki, Mısır’daki son gelişmelerle ilgili görüş bildiren ülkeler konuya kendi ülkelerinin ulusal güvenlikleri açısından yaklaşmayı tercih ederken Türkiye’deki hükümet ricali ise, kendi gelecekleri ve partileri açısından olaya yaklaşmakta ve buna göre tavır sergilemektedirler.
Türkiye’de hükümet ricalinin başında bulunan Sayın Başbakan Erdoğan, Mısır’da yönetimin askerin vesayeti altına girmesini açık ve net bir şekilde ‘darbe’ olarak tanımladı. Sayın Başbakan’ın tanımlaması elbette doğru bir tespittir.
Evet, doğrudur Mısır’da bir ‘darbe’ gerçekleşti. Fakat Sayın Başbakan, Mısır’daki darbenin neden ve nasıl gerçekleştiği olgusunun önemli ayrıntılarını görmezden gelmeyi tercih etti ve görünen o ki etmeye de devam etmektedir.
Başbakan’a paralel olarak hükümet ricalinden önemli isimler de ardı ardına Başbakan’ın söylemlerine benzer açıklamalar yaptılar. Örneğin, T.C. AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Twitter sayfasında Kur’an’ı Kerim’den ayetler ve Seyyid Kutup’tan şiirlerle Mısır’daki darbe yanlılarını neredeyse münafık Mursi taraftarlarını ise, mü’min ilan ederek garip bir hezeyan içerisinde demokrasiyi savunurken diğer taraftan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: “Mısır’da en önemli şey şu, meşruiyet meselesi. Bu darbe ile Mısır’dan en fazla oy almış bir siyasi hareket ve bir lider gayrı meşru ilan edilmek isteniyor. Yani bir anda meşru siyasal alanın dışına itiliyor. Bizim 28 Şubat’a bu anlamda çok benziyor” diyerek Mısır olayını Türkiye benzetmesiyle özetlemiştir.
Pekala Mısır’da gerçekte neler oldu?
Mısır’da 30 Haziran 2012’de göreve gelen Mısır Cumhuriyeti’nin ilk seçilmiş devlet başkanı Muhammed Mursi, yaklaşık olarak bir yıl gibi kısa bir süre sonra halkın ayaklanıp ordunun yönetime el koymasıyla görevden alındı.
Yaklaşık olarak 30 yıllık Hüsnü Mübarek döneminden ‘Arap Baharı’ esintisiyle 25 Ocak 2011’deki ‘Tahrir Devrimi’ ile adım attığı demokratikleşme arayışında (ki, son tahlilde ve sonuçta bir darbeyle kurtulan) Mısır halkı, Haziran 2012’de halkın sadece yarıdan az fazlasının yani yüzde 51,9’un katıldığı bir seçimde, oyların yarıdan az fazlasını yani yüzde 51,7’sini alarak Muhammed Mursi’yi iktidara taşımıştı. Daha bir açık bir ifade ile iktidarı sadece çeyreklik bir azınlığa dayanan Mursi, 13 milyon oyla seçilmişti, oysa Mısır olayları sırasında istifası için 22 milyon seçmen imza verdi. Sonunda kendi atadığı, kendisi kadar dindar bir genelkurmay başkanı olan General Sisi onu azletti, seçimlere kadar yönetimi, yine Mursi kadar dindar olan ve yine Mursi’nin atadığı anayasa mahkemesi başkanına verdi. Yani Mısır’da yönetimi eline alanlar sonuçta yine Mursi’nin yandaşı olan dindar ve muhafazakârlar.
Peki, iktidarı sadece çeyreklik bir azınlığa dayanan Mursi, iktidar olarak kaldığı bir yıl gibi kısa süre içerisinde neler yaptı?
– ‘Bütün Mısırlıların Başkanı’ olacağını vaat eden Mursi, kendisinden yana ve karşı olanlar şeklinde ülkeyi bölen ve kutuplaştıran bir tavır içerisine girdi. Yani Türkiye’deki yüzde 50 muhabbeti. (Kaldı ki Türkiye’de de yüzde 50 yok).
– İktidardaki gücünü, zor dönemden geçen Mısır’ın ekonomisini düzeltmeye harcamadı.
– Yine iktidardaki gücünü Mısır’da giderek yükselen işsizliğe ve yoksulluğa çare aramak için harcamadı. Bunun yerine dindar ama inancını kendi seçtiği gibi yaşamak isteyen bir halka kendi din anlayışını dayatmaya öncelik verdi.
– Medya tabii ki Mursi’yi desteklemeye zorlandı. Zaten Mübarek döneminin psikolojisinde olan medya yeni güce itaat etti.
– Yine Mursi, geçen kasım ayında çıkardığı kararname ile kendisine yeni anayasa kabul edilene kadar, yargı denetimini etkisiz kılacak ölçüde olağanüstü yetkilerle donatmaya girişti.
– Yaptığı atamalarla askeri ve yargıyı denetimi altına almaya çalıştı. (Türkiye’de olduğu gibi.)
– 2012 yılı Aralık ayında, taslağı uzlaşma ile değil dayatma ile hazırlanan ve halkın sadece yüzde 32’sinin katıldığı bir referandumla kabul edilen kendisine göre bir Anayasa çıkarttı. (Bu arada Türkiye’yi yakın dönemde bir Anayasa krizi beklemektedir.)
Bütün bunlar Mısır toplumundaki kutuplaşmayı tırmandırdı. Öyle ki henüz bir yıllık devlet başkanı olan Muhammed Mursi giderek genişleyen bir kesimin gözünde “Yeni Mübarek” olarak görülmeye başladı ve bunun tabi bir sonucu olarak özgürlük yanlıları Mursi’yi ‘Yeni firavun’ ilan ettiler ve istifasını isteyen gösterilere başladılar. Sonuçta ne oldu, Mursi iktidardan indirildi ve Mısır yönetimi askeri vesayetin altına girdi.
Askeri vesayet veya sivil vesayet fark etmiyor aslında. Kötü olan askerin vesayeti değildir zaten. Kötü olan, vesayetin bizatihi kendisidir. Sivil de olsa, askerî de olsa, vesayet vesayettir… En kötü sivil iktidar bile askeri yönetimden elbette iyidir. Bu durum Türkiye’de askerin de sivilin de kabul ettiği veya kabul etmesi gereken bir olgudur. Lakin iç ve dış güvelikte esas mihenk taşı da elbette ki ordudur. Ve ordunun tek bir ideolojisi olmalıdır. O da ülkesinin bağımsız bir şekilde güvenliğini sağlamaktır. Mısır’da olan da budur zaten tıpkı Mursi gibi dindar ve muhafazakâr birisi, hatta Mursi’nin atadığı genelkurmay başkanı Mısır’da halkın isteği ile yönetime el koymuştur.
Türkiye’de hükümet ricalinin Mısır’daki Mursi üzerinden demokrasi hezeyanlarını anlamlandırmak gayet basit gibi. Sadece kendi partilerini ve geleceklerini ilgilendiren söylemlerde bulunmaktadırlar. Bu şekildeki psikolojileri, gelişen son olaylar ekseninde bakıldığında makul karşılanabilir. Ancak, hala Gezi Parkı olaylarında olduğu şekliyle Mısır’ı yorumlamak belli bir inadı sürdürmekten başka bir şey de değil gibi.
Türkiye’de Taksim Gezi Parkı olaylarının benzerlerinin önce Brezilya’ya hemen ardından da büyük ölçekli olarak Mısır’a taşınmış olması daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere küreselleşmenin önemli göstergelerinden birisi olarak tarihteki yerini alacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken, küreselleşme sürecinde küresel büyük aktörlere malzeme vererek onların kuklası durumuna düşmemektir. Bunun için de Türkiye’de hükümet ricalinin yapması gereken, Taksim Gezi Parkı olaylarından, Brezilya olaylarından ve daha da önemlisi Mısır gerçeğinden ders almak olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, tıpkı Mısır örneğinde olduğu gibi Türkiye’de bugün iktidarda olan parti de gerçekte Türk seçmeninin yüzde 50’sine değil mevcut seçim sistemiyle en fazla ve sadece yüzde 30’luk bir desteğe sahiptir. İktidarda olan hükümetin geri kalan yüzde 70’i de kucaklaması Türkiye’de bütün sorunları çözecektir. Peki hükümet bunu yapıyor mu?
Son söz olarak;
Önce Gezi Parkı olayları ve son olarak Mısır’da yaşananlar yine küresel bakışla değerlendirildiğinde acaba küresel güçler Ortadoğu’da ‘Ayarlı İslâm’ (Ilımlı İslâm) yönetim anlayışından çark mı ediyorlar?
Türkiye’de hükümet ricalinin üzerinde düşünmesi gereken soru bu dur…
…