Bir serüvendir hikayemiz.
Acı ve unutamadığımız bir hikaye…
Hatırlamak istemesek de aklımızdan çıkaramadığımız bir hikayenin kahramanlarıydık. Genciyle yaşlısıyla, annesiyle babasıyla, bir evin genç kızı olarak, bir yuvanın delikanlısı olarak bu hikayenin kahramanlarıydık. Mahkum edilmiş, mahrum bırakılmış, mağdur edilmiş kahramanlar ülkesi…
Sanki söyleyince akşamlarımız değişecekmiş gibi geliyor, sanki söylemeyince akşamlarımız hep aynı yalanın örtüsü olup izanımızı örtecek diye düşünüyorum. Söylesem ne olur, söylemesem ne… Bilinen bir hakikati söylesen ne, söylemesen ne… Bilinen ama lafı edilmeyen, bilinen ama konuşacak daha mühim konular var diyerek göz ardı edileni sizlerle paylaşsam ne paylaşmasam ne… Evet paylaşmak lazım, konuşmak lazım. Komalık bir hasta haline gelen cemiyetin bu dramatik öyküsünü bilmez isek başımıza gelebilecek yeni bir takım hastalıklarla mücadele gücümüzü yitiririz Allah korusun. Bu bağlamda mutlaka ama mutlaka konuşulması, detaylıca analiz edilmesi gereken bir hikayedir, cemiyetin bu duyarsızlık, hissizlik haline geliş öyküsü… Çok mu çabuk oldu bizim bu hale gelişimiz. Çok mu kolay oldu bu komalık halimiz. Çok mu ihmallerle karşılaştık, çok mu oyunlar oynandı aldanalım diye… Bütün bir hikayenin parçalarını ayrı ayrı incelemek ayrı ayrı analiz etmek sanırım çok daha verimli olacak.
Her şeyden önce bir plan çıkarmamız gerekir. Planımızı çıkarırken temel düsturumuz şu olmalı. Her olay, olgu ve oluş kendi zaman-mekân bütünlüğü: tarihi içinde anlamlıdır. Onları zaman-mekân bütünlüğü boyutlarından ayırarak ele almaya kalkışmamız; o olay, olgu ya da oluşun anlamından farklı sonuçlara vardırır bizleri. Bunu da hiç istemeyiz. Öncelikle neyi amaçlıyoruz onu tarif edelim.
Bu yazı dizisinde; “Ülkemizde gençlerin siyasete duyarsız kalması” olgusunu, bu olguyu oluşturan tarih, gençlik, mass-media, internet ve siyaset gibi başlıkları masaya yatırarak inceleyeceğiz. Belki uzun soluklu bir yazı olabilir lakin her başlığı incelediğinizde, okuduğunuzda her defasında bir takım tespitlerle karşılaşacaksınız. Zaman zaman hayret verici ve tahammül edilemez hakikatlerle karşılaştığınız gibi zaman zaman da bildiğiniz ama anlam veremediğiniz gerçeklerle yüz yüze geleceksiniz, serencamını tüm hatlarıyla göreceksiniz.
Ülkemizde gençlerin siyasete duyarsız oluşları olgusunun tarih boyutunu; Atatürk Dönemi, İsmet İnönü Dönemi (Milli Şef Dönemi), Demokrat Parti Dönemi, 1960’lı Yıllar, 1970’li Yıllar ve nirengi noktası olarak da 1980’li Yıllar ve Sonrası başlıkları altında inceleyeceğiz.
Dikkat ederseniz özenle seçilmiş bu başlıkların her biri ayrı bir keskin viraj olarak değerlendirilebilir. Bu süreci detaylarıyla incelediğimizde toplumumuzun nasıl bir değirmende işlendiğini gözler önüne sererek bugün ki ruh halini ortaya koymuş olacağız inşallah. Tarihsel süreci inceledikten sonra gençlik kavramını detaylıca ele alıp mass-media ile ilişkisini ve bu ilişki sürecinde internetin tesirini de gözler önüne sereceğiz. Son olarak siyasetin; toplumsal yapımızda önemini belirterek kavramsal olarak varlığının ne anlama geldiğini anlayacağız. Nihayetinde gençliğimizin ve fert fert her birimizin bu duyarsızlık halini, bu koma halini veya toplumsal olarak yaşadığımız bu terminal dönemimizi tüm yönleriyle ele almış olacağız. Hastalık etkenlerimizi ve mevcutta ki hissizliğimizi yükseklik, genişlik ve derinlik gibi 3 açıdan değerlendireceğiz.
Cumhuriyetin ilk yıllarıyla başlayalım bu serüvene…
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, dönemin şartları gereği, siyaset kurumunca; devrimleri ve yapılan yenilikleri kapsayan bir yapılanma politikası uygulandı. Dönemin insanının zihin dünyası ve kalbi; sinonimlerle doluydu. Birbirinin yerini alabilecek farklı binlerce kelime, kavram, isim, sıfat, kişi, görüşlerle dolmuş bir dönemi yaşıyordu memleketimiz.
Kurtuluş günlerinin bir bereketi olan birlik beraberliğimiz sonrası sinonim hengamesi, sinonimlerin çatışması korkusu, sinonim tehlikesi… Cumhuriyetin bu ilk yılları kendi başına ayrı bir perspektife sahip, apayrı merceklerle incelenmelidir. Bu dönemde siyasi duyarlılık olarak adlandırılabilecek dikkat çekici, göze çarpan olay, 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıydı. CHP’li bazı vekiller tarafından kurulan, ‘muhafazakâr ve liberal’ olarak tanımlanan ve politik pozisyonu ‘merkez sağ’ olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said İsyanı sonrasında, programındaki “Fırkamız itikad-ı diniyeye ve fikriyeye hürmetkârdır” maddesinden dolayı isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925’te kapatıldı. Kamuoyunda çok tartışılan, taraftar bulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası cumhuriyetin ilk özgün siyasi muhalefet hareketi oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın etkilediği ebeveynler kuşağının dünya görüşü ise hiç değişmedi. Bu defa cumhuriyetin ikinci muhalefet partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda yer aldılar. Bu parti de 12 Ağustos 1930 yılında yine Cumhuriyet Halk Fırkası’na mensup vekillerce kurulmuştu. Kurucularınca ‘liberal’ olarak tanımlanan ve politik pozisyonu ‘merkez sağ’ olan bu partinin de akıbeti değişik olmadı.17 Kasım 1930 yılında kendini fesh etti. Ağustos’ta başlayan kasımda biten bir ömür. Kelebek ömrü… Ardından 1930’dan1950 yılına kadar sürecek olan ‘’Tek Partili Dönem’’ diye adlandırılan bir dönem başladı. Bu dönem hiç kuşkusuz her yönüyle tek partili bir dönemdi. İsmet İnönü Dönemi diye bilinir yada Milli Şef Dönemi diye…
İsmet İnönü, Atatürk’ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938’de TBMM tarafından cumhurbaşkanlığına seçildi. Bunun yanı sıra “kayd-ı hayat” şartıyla CHP genel başkanlığına getirildi. Bir kişinin ömrü boyunca bir partinin genel başkanı olması başka bir şey, bunun kural olarak ortaya konulması başka bir şey… CHP’nin 26 Aralık 1938’de toplanan I. Olağanüstü Kurultayı’nda partinin “değişmez genel başkanı” olarak seçilmesi ve kendine “Milli Şef” unvanı verilmesi ülkemize yepyeni bir siyaset anlayışı getirmişti.
İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı (1939-1945) yıllarında, ülkemiz savaştan uzak tutulmaya çalışıldı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar, dönemi yaşayan insanımızın belleğinde ciddi manada iz bırakıp çileli anılar olarak kaldı. Nokta nokta (…) kuyrukları olarak aklınıza gelebilecek birçok şeyin kuyruğu bu dönemde oluştu. Varlık Vergisi uygulaması bu dönemde hayata geçirildi. Varlık Vergisi’nin ne anlama geldiğini o dönemi yaşayanlar çok iyi bilir. O günlere tanıklık edenlerden anılarını dinlemek gerek en azından. Yine bu dönemde Hasan Ali Yücel’in öncülüğünde Köy Enstitüleri kuruldu. Bu enstitüler kapatılana kadar büyük oranda köy kökenli 20.000 öğrenci köy öğretmeni olarak yetiştirildi. Ülkemizin sosyal ve siyasal yaşamına bu gençlerin etkileri, ayrı bir araştırmanın konusu olacak kadar kapsamlı bir konudur. Köy enstitülerine henüz çocuk yaşta seçilen gençler batılı birer fert olarak ayrı bir misyonla yetiştiriliyordu. Bu kurumlar modern dünyanın sözüm ona uygarlaşmışlığını yada uygarlaşmış yığını yada batıya uydurulmuşluğunu öğretiyordu. Batılı olmanın taklitini yaptırıp doğulu olmanın ezikliği bir bakıma ezber ettiriliyordu. Bizi geri bıraktığına inanılan medeniyet değerlerimiz horlanıyordu. Seçilmiş batı figürlerine gençliği benzetme çabası ise hat safhadaydı. Darı ile taşı birbirinden ayıramayan kursaksız bir anlayış hakimdi. Din, dogma olarak görülüyor, ısrarla bu şekilde gösteriliyor, göstertiliyordu. Muassır medeniyet; İsmet İnönü’nün ve o dönem kendi gibi düşünen devlet adamlarının belirlediği batılı bestekarların ritimlerini gençlik marşlarına uydurmakla elde edilecek sanılıyordu.
İsmet İnönü döneminde, yukarıda anılan II. Dünya Savaşı bahanesiyle adı konulmamış bir iç siyaset yasağı vardı. Rejimi koruma adı altında ülkedeki dindar olarak tanımlanan kesime yönelik cebir ve şiddet uygulamaları halkın hafızasına ve vicdanına kazınmıştı. Toplumun tüm değerleriyle, kurulum ayarlarıyla oynanan bir dönemdi. Bu dönemde masa başında toplumumuz için uygun görülen bir hal tasarlanmıştı. Tüm kurumlarıyla iktidarı o dönem elinde bulunduran erkler, toplumu o belirledikleri hale sokana kadar çalıştı çabaladı. Adeta bir çınarı gövde yerinden kesip ‘’burada bir çınar yok artık, kestane ağacı var artık’’ diyebilmek için gayret gösteriyorlardı. Ama unuttukları çok önemli ince bir ayar, güçlü bir hakikat vardı. Çınarı gövdesinden kesmekle olacak iş değildi bu dönüşüm. Çınarın toprağını ve o toprağın altındaki kökünü de değiştirmeden bu yutturmaca işe yaramayacaktı. Yaramadı da… Avrupa’dan (ç)alıntı fikirlerle toplumun fabrika ayarları değiştiriliyor, zorla kabul ettiriliyordu. İlla ki makbul bulunmalıydı ve bunun için topluma baskı politikaları uygulanıyordu. İkna olanla bir problem yoktu ama inat edenle çok sorun yaşanıyordu. Anadolu insanı ise edebinden vazgeçmiyor sabırla çınarın köklerinden bir çınarın filizleneceği anı bekliyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında bir görünüp bir kaybolan gerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gerekse Serbest Cumhuriyet Fırkası siyasal bağlamda gençlerden ziyade ebeveynlerini etkilemişti, gençlik siyasetin dışındaydı. Lakin İsmet İnönü döneminde siyaset, gençlik için anlaşılabilir bir kavram halini yavaş yavaş alıyordu. Gençlik örgütleri, milisleri tarzında küçük küçük yapılanmalar başla(tıl)mıştı.