Medeniyet Şarkıları / Eflatun bir hikaye
Bir Rüyanın Sevda Koşusu
Selam ve hürmetle kıymetli kardeşim,
Bu mahzun köşede, sizlerle dördüncü buluşmamızda veya her dört buluşmamızda önceki üç sohbetimizin genel bir değerlendirmesini yapacağız. Toprağı işler gibi zihin ve gönül dünyamızı da tekrarlar atarak tazelememiz gerekir. Kuru hamuru yumuşatmak için nasıl ki avuçlarımızla yoğuruyorsak belleğimizi de yoğurarak algı derinliğimizi mutlaka arzu edilen ölçüye ulaştırmalıyız. Arzu edilen berekete gönül dünyamız ancak bu şekilde kavuşabilir.
Bir gün kırmızı kanatlı, sarı kuyruklu, gagası beyaz, sesi efsunlu, bir gözü sürmeli bir kuş; küçük bir ırmağın kenarında su içerken derin bir “of” çekmiş de ötede duran beyazı, süt beyazı bir lale seslenmiş “bacağına diken mi battı da, sesine dert ve hüzün karışmış imsak kuşu” diye. Kuş biraz beklemiş ve şöyle demiş, “Ruhuma bir şey battı. Gagama ateş düştü, kanadıma gölge. Sesime de hüzün karıştı. Sevdalandım imsak çiçeği. Özlemim acı veriyor ondandır.”
Bizim de medeniyetimizden aldığımız bir miras olan özlemlerimiz var. Özlemlerimiz öylesine hasret yüklü ki taşıması zor, bizlerden öylesine büyük ki kucaklanması imkansız kıymetli kardeşim. Ruhumuza batan dikenli teller gibi kanatlarımızda kanatmadığı yer kalmadı. Özlemlerimiz kapkara fırtınalı bulutlar gibi öylesine gölge düşürüyor ki uçmak şöyle dursun her defasında sevda türkülerini fısıldayan nefesimizle sesimize hüzün karışıyor. Bu gerçeklerle beraber bildiğimiz ve inandığımız bir başka gerçeklik daha var. Özlemin acısı küçük ruhların içine sığamayacak kadar büyük, bizim büyük ruhlarımızın içine rahatlıkla sığabilecek kadar küçüktür genç kardeşim. Sevdamızın koşusunu yaptığımız bizim bir rüyamız var. Çokça sözünü ettiğimiz gümüşten bir şehirde geziyoruz her gece, bir gece yolculuğunda. Ve şehirlerimizin Veda tepelerine gözlerimizi kırpmadan bakıyoruz kıyamda beklerken. Acaba şu zihin dünyamızın Yesribleri için de bir kutlu yolcu çıkagelir mi diye bekliyoruz. Belki de bu gece yarısı şehirlerimizin üzerine en parlak haliyle, Bedr sûretinde bir ay doğar diye bizler gece yolculukları yapıyoruz birileri uykuda iken. Artık bilmek gerek rüyalarda şehirlerimizi yeniden kurmayı. Artık bilmemiz gerekir ki rüyasını görmediğimiz şehirler Yesrib kalmaya mahkum. Rüyasını görmeden süreyya yıldızı şehrin kubbesine asla ebru işlemez bilmek lazım. Kıymetli kardeşim hiçbir zaman unutma ki rüyalar; zihni berrak kişilerin, ufku geniş gözlerin görebildiği sevda koşularıdır. Gafletin uykusunda kimse rüya görmemiş bugüne kadar. Rüyalarda şehir kurma mahareti münevver gecelerin, gece yolculuğuna çıkmış münevver gençlerine emanettir.
Umut dolu yelkenlerimizle yol alıyoruz kıymetli kardeşim. Ümitsizlik işlemez bize, üzerimizde durmaz kayıp gider. Yağlı bir kağıda düşen damla gibi duramaz sırtımızda. Ümitsizlik; yer yüzünü semazenler sarsa da hep başucumuzda oturur, inancın ağacına bir ateş gibi dokunarak ba’s-ü ba’d-el mevt in inkılâbına mani olmaya çalışır. O, sudan çıkmış bir balığın çırpınışı gibi beyhude bir gayretle gönüllerimize nüfus etmeye çalışırken bizler yol alacağız yelkenlerimizi boş bırakmayan rüzgarımıza eksiksiz bir şükürle. Kıymetli kardeşim bizim rüzgârımız Hz. İbrahim’den bugüne uzanıp gelen dostumuz, yol arkadaşımızdır. Faran Dağlarında esen hacûc nasıl ki Hz. İbrahim’e Kâbe nin temelini gösterdi, aynı rüzgâr bugün de çıktığımız her gece yolculuğunda yelkenlerimizi dolduruyor umutla, inançla ve gayretle… Umut, inanç ve gayret Hz. Hacer için İsmail’e su demekti o gün. Bugün de bizim için Yesrib’lerin yerine aydınlık şehirlerin kurulması demektir. Hz. İsmail gibi bizler de artık kucaklamalıyız medeniyetin taşlarını. Ve medeniyeti taş taş üstüne koyarak yükselten Hz. İbrahim gibi bize biçilen vazifeyi en güzel şekilde yapmalıyız. Biz üzerimize düşeni yaptığımız takdirde bir hacûc da bizi bulur ve kum tanelerinin arasında takip edilmesi gereken izleri bırakır. Kum taneleri binlerce yıl sonra Peygamber efendimizin avuçlarında onu öldürmeye gelenlerin yüzüne siyahtan bir perde olabiliyorsa, bugün de şehri için rüya görebilen birer kum tanesi olarak bizler de yılan kılığında kalplerimize yanaşmış ümitsizliğin gözlerine ziftten bir perde indirebiliriz aynı ilahi kalemle.
Kıymetli kardeşim bugün koynunda yaşadığımız şehirler için biz; her ne kadar gayretli isek, karanlığı terennüm eden, çiğ kelimelerin yetiştiği karanlık bahçelerin tek gözü kör bahçevanı da aleyhimize gayretli olacaktır. Nasıl ki Hz. Adem ‘e ” Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir” diye fısıldayıp onu aldattıysa bugün de fert fert bizleri zihin ve gönüllerimizde yaşattığımız cennetlerimizden kovdurtmaya çalışacaktır. Bizler her ne kadar dosdoğru yoldan gitmek istesek de bizi Hin’lerden Bin’lerden sananlar olabilir. Bizim de kardeşlerimiz olacak Dimeşk’in Kuzeyinde Kasyûn dağında Kon Mağara’sında Habil’i öldüren Kabil gibi. Ama biz biliyoruz ki bir Habil ölür, Şit gelir dünyaya. Biz biliriz ki yeşertilmesi için dünya Kabil’e ve onun nesline kalmamış. İsminin anlamı “Allah’ın bağışı” olan Hz. Şit ve onun evlatları dünyayı imar etti. Yani biz biliriz ki umutla, inançla ve gayretle şehirlerimizi bir avuç kumla yeniden imar etmek için çıktığımız her gece yolculuğunda rüyalarımızda gümüşten bir şehirde kıyamda beklemek; süreyya yıldızına bir davet mektubudur.
Şimdi yerden bir avuç kum al sen de kıymetli kardeşim. Bir avuç dolusu kumu ümitsizliği terennüm eden kör bahçevanın gören tek gözüne dua dua ıslatarak serp. Bir avuç dolusu medeniyetin kum taneleriyle şehirlerin kurulduğunu,şehirlerin senin avuçlarındaki dualarla taş taş üstüne koyulup yükseldiğini göreceksin. Sana avuçlarında sakladığın medeniyetin bir avuç kum olduğunu, serpilince yemyeşil şehirler kuran bir avuç dolusu tohum olduğunu, karanlığın gözlerini kör eden dua olduğunu anlattım.
Kıymetli kardeşim bu mahsun köşede esaretinden kurtulan cümlelerle sana firar ediyorum. Sana bundan önceki üç sohbette mavisini yitirmiş ve mavisini arayan eflatun bir hikayeyi anlatmaya çalıştım. Kör bahçevanın fısıltılarını dinleme diye; yelkenlerini dolduran umudunu, inancını ve gayretini kaybetme diye, hesabı bile sorulmayan gafletin uykusuna düşme diye, şehirlerimizi yeniden imar etmek için gümüşten bir şehrin rüyasını gördüğün gece yolculuklarına çık diye sana firar ediyorum esaretinden kurtulan bu cümlelerle.
Şimdi de sen zihinlerimizi ve gönüllerimizi tutsak sanan vurdumduymaz hapis hanenden çık dışarı…