Medeniyet Şarkıları / Eflatun bir hikâye
Bir Avuç Kumun Rüyası
Selam ve hürmetle kıymetli kardeşim,
Şimdi yerden bir avuç kum al. Sana bir avuç dolusu kumdan şehir yapmayı öğreteceğim. Bir avuç dolusu medeniyetin kum tanelerini anlatacağım. Avuçlarını doldur kıymetli kardeşim, şehirler kum kum dağılırken ve deniyetin esareti çelik zırhlı bir duvar gibi seni sarmışken, inandığının cehaletinde yüzen mimoza yüzlü kavruk insancıklar arasında büyüyorken avuçlarını doldur mutlaka. Avuçlarını medeniyetinin kum taneleri ile doldur ki kuyusundan kurtulan Yusuf kadar rüyası gerçekleşenlerden olabilesin.
Kıymetli kardeşim bir avuç dolusu kumdan sana bir medeniyetin nasıl var olduğunu anlatacağım. Çünkü çölde avuç dolusu yağmura hasret bir kum tanesi olmakla başlar medeniyetin bereketi. Sana bir çölde kum tanesi olmaktan söz edeceğim, öyle bir kum tanesi ki medeniyetinin rahmine düşen bir gönül kadar merhamete muhtaç. Öyle bir kum tanesi ki onun duası yaratanın rızasını kazanıyor da her kum tanesine rahmet rahmet pay iniyor. Adetâ, çöl, her dua sonrası gün doğumuyla sapsarı bir bebek gibi yeniden doğuyor. Kıymetli kardeşim, duaların kabul, rahmetin pay edildiği çölde, bir doğumla başlayan medeniyetinin şehrinden söz edeceğim.
Sana bir çölden bahsedeceğim yokluğun alışkanlık haline geldiği, felâket ve helâketin meskeni diye bilinen bir çölden… Ben sana öyle bir çölden söz edeceğim ki sen bir çölün bağrında zemzemin fışkırmasıyla kumdan dağların nasıl âsûdeleştiğine şahitlik edeceksin. Kıyamete kadar bâki bir sadakatin ve teslimiyetin sadece İbrahim demekle anlatılabildiği bir çölde kaybolacağız birlikte. Ve bu kayboluşta bir medeniyetin tevhid mâbedini bulacağız. Biz onu ararken bu mâbed, emredildiği için Hz. İbrahim tarafında Hz. Âdem’in temel attığı yere inşa edilecek. Ve senin medeniyetin, dağların yamaçlarındaki şekilsiz taşlarla değil, o mâbedin duvarlarındaki nakış nakış taşlarla kurulacak. Dağlar, o şekilsiz taşların olacak ve sen o mâbedin duvarlarındaki taşlardan biri olacaksın, medeniyet senin etrafında halka halka şekil alacak.
Kıymetli kardeşim sana bir avuç dolusu kumdan şehir yapmayı öğreteceğim. Çünkü sen avuçlarında bir şehri saklıyorsun, o şehirde gezinmiyor saklanıyorsun. Gel gör ki korunaksız şehirlerin var şimdi elde avuçta kalan, onlar da gölgesinden kurtulamadıkları karanlığa mahkûm, gölge gölge geziniyor şimdilerde. Kıymetli kardeşim, nasıl ki ateş yakacak bir şeyi bulamıyorsa İbrahim’de, ben de sana avuç dolusu kumdan bir şehir yapılabilir diyorum. Bir medeniyetin taş taş üstüne konulmasıyla mâbetleştiği Kâbe’nin etrafına serpilen kum taneleriyle çölde bir şehir yapacağız. Nasıl ki kutlu bir yolculuk bir avuç dolusu kumun karanlığın gözlerine serpilmesiyle başladıysa, sen de karanlığı kör edecek bir kum tanesi gibi serpileceksin Kâbe’nin etrafına. Yolcuğumuz başlayacak, sıradan olmayan ayak izlerimizle. İzimizi sürecek olsa da karanlığın nalları, bir kum tanesi izlerimizi örtecek kutlu bir örtü gibi ve karanlığın nallarını avuçlayarak gömecek bastığı yere. Kıymetli kardeşim sana bir avuç dolusu kumdan şehir yapmayı öğreteceğim. Senin avuçlarında kutlu bir yolculuk yapılacak, kum taneleri şahitlik edecek bu yolculuğa ta ki Yesrib’in kadınlarının bestelediği şarkıyla karşılanana kadar. Etrafı fitne ve ikilikle çevrilmiş, sustuğu karanlık kâbusu olmuş Yesrib’e Veda tepesinden Bedr suretinde bir Ay doğana kadar, bu yolculuğa avucundaki kumlar şahitlik edecek.
Bir avuç dolusu kumda bir akıntı bizi alıp Yesrib’e götürecek kardeşim… Tûfan’dan sonra Hazret-i Nûh ahfadından Amâlika kavminin Hicaz bölgesinde yerleştiği bir şehir… Etrafı Yahudi kabileleri ile çevrili, birbiriyle kavgalı, yoksul Evs ve Hazrec kabileleri’nin kadınları, çocukları, gençleri ve diğerleri Akabe dönüşü bir misafir bekliyor. Kıymetli kardeşim kaç insanın ziyaretine bir peygamber gider ki? Yesrib, dalga dalga yayılan, mâsum çocukların hançerelerinde de terennüm edilişiyle gönüllere akan bir ilâhî şiir yoluyla anlatmaktadır her şeyi her kum tanesine… Ve Yesrib, bir avuç kuma karışarak erirken senin avuçlarındaki kum taneleri Medine-i Münevvere ‘nin imârına, inşâsına başlıyor bu yolculuk sonrası, şimdi.
Kıymetli kardeşim, sen bir medeniyetin rahmine düşen bir kum tanesi olarak, beslen büyü artık. Seninle ve senin dualarınla çöller şehir olacak, her kum tanesinin rahmeti senin dualarınla pay edilecek, Yesrib’ler seninle Medine olacak, münevver kalacak. Kıymetli kardeşim, sen kutlu yolculuğu başlatan karanlığın gözlerine serpilmiş bir kum tanesi olarak Kâbe’nin etrafına halka halka şehirler kuracaksın ta ki şu yaşadığın şehri Akabe dönüşü kutlu yolcuyu bekleyen gençler olarak aydınlığa kavuşturana kadar. Bir Rüyanın tabircisi Yakup kadar Yusuf’una hasretsin sen de bilmem mi… Ama sen de bil ki Yusuf’lar kuyudan çıkar elbet rüyasını görmüşse, sen hayaller kurup kavrulmaktansa, rüyasını gör önce çıkacağın yolculuğun. Korkma, ayak izlerini karanlığın nalları takip ederse etsin! İnan, bir avuç dolusu kum tanesi çıkıp gelir izlerinin üstünü örter yeter ki Yesrib’ler Medine-i Münevvere olsun diye…
Şimdi yerden bir avuç kum al. Sana bir avuç dolusu kumdan şehir yapmayı öğreteceğim. Bir avuç dolusu medeniyetin kum tanelerini anlatacağım yeniden kıymetli kardeşim. Bir avuç dolusu kumdan sana bir medeniyetin nasıl var olduğunu anlatacağım. Sana bir çölde kum tanesi olmaktan söz edeceğim. Sana şehirlerin senin dualarınla kurulduğunu anlatacağım. Sana avuçlarında sakladığın medeniyetin bir avuç kum olduğunu, serpilince yemyeşil şehirler kuran bir avuç dolusu tohum olduğunu, karanlığın gözlerini kör eden dua olduğunu anlatacağım dedim. Sıra sende kıymetli kardeşim, inan…