Usta gazeteci Ali Kırca Show Tv haber merkezindeki odasında Pusula’yı ağırladı. Uzun yıllar beraber çalıştığı Sevda Güneş’in sorularını tüm içtenliği cevaplandıran Kırca, kısa bir süre önce okurları ile buluşan, Türkiye’nin en önemli yıllarını hikâye tadında anlatan “ VAKİTSİZ ŞARKILAR “ adlı kitabı hakkında bilgi verdi.
3 Mayıs 72’de beraat ettim.
4 Mayıs 72’de babamı kaybettim
5 Mayıs 72’de teyakkuza geçirip her yanı ,
6 Mayıs 72’de astılar üç genç adamı,
Velhasıl o yıl acının tuzlu denizine bastırdılar,
Türk basın tarihinde marka olmuş, yaptığı haberlerle ülkenin karanlık yıllarına ışık tutmuş ve o yılların en önemli anlarına tanıklık etmiş bir isim Ali Kırca.
Hafızalara ‘Siyaset Meydanı’ programı ile kazınmış. Bir çok muhabir yetiştirmiş, namı diğer Ali abi ile hayatı paylaşmak için mini bir söyleşi yaptık. Bu kez çırak sordu, usta cevapladı.
Siz hem yazılı hem görsel basında görev aldınız sahi kaç yıl oldu?
Mesleğe 1974 yılında TRT de başladım muhabir olarak. Tabi TRT’ye girmek için çok çaba harcadım. Askeri okulda ve askerlik yıllarımda da iyi bir kalemim vardı. Bu nedenle meslekte hiç zorlanmadım. Bana daha dün gibi geliyor ama tam 39 yıl olmuş bu mesleğe başlayalı. Bu süreçte kaç Başbakan, kaç Hükümet, kaç Amerika Birleşik Devletleri Başkan gördük sayamıyorum bile. Mesleğe başladığım ilk gün nasıl bir heyecan taşıyorsam hala öyleyim. Heyecanımı hiç kaybetmedim. Türkiye’nin nereden neye geldiğine canlı tanıklık ettim. Bu mesleğin en güzel yanı da budur. Hem ülkede hem de yurt dışında bu mesleği yaparken tek bir şeye özen gösterdim. Benim görevim vatandaşın bilgi almasını sağlamak. Onların hakkını korumaktı.
Adınız hiçbir siyasi yaptırımda geçmedi. Bazı meslektaşlarınız kalemlerini hükümet yıkmak adına hep işverenden yana kullandı. Kullandı diyorum çünkü bunlar yargıya kadar gitti ve her biri ifşa oldu. Size böyle talepler gelmedi mi?
( Gülümsüyor)Ben çalıştığım her kurumda yalnızca gazetecilik görevimi yaptım. İşim haberdi onunda en iyisini ortaya koydum. Bana açıkça hiçbir patron ‘bu siyasiye şunu yap’ diyemedi. İma edilen yerde de zaten ben durmadım. Her siyasiye aynı yakınlıkta aynı uzaklıkta oldum. Başbakanlara bir gazeteci ne kadar yakın olursa o kadar oldum. Kimse hiç kimse benim için mesleğini kullanarak bizden şunu talep etti diyemez. Yalnızca kamuoyunun sesi olduk, onlar için sesimizi yükselttik. Çalıştığım her kurumda tek görevim haberdi, ben ve ekibim asla başka işlerin içinde olmadık. Bir profesyonel nasıl davranması gerekirse onu yaptık. Vicdanen çok rahatım.
Doğu yalnızca hükümetler tarafından değil medya tarafından da ihmal edildi. İstanbul’dan Doğu’ya bakmak nasıl bir şeydi, ne görünüyordu?
Ulusal medyanın aslında en önemli ayağı Anadolu’dur. Bizim tabirimizle Yurt haberlerdir. Ben asla İstanbul’dan yurda bakmadım. Çünkü İstanbul’dan Anadolu’yu göremezsiniz, biz o yurttaki arkadaşımızın gözünden Anadolu’ya baktık. Kahvaltı haberlerinin ve öğle arası haberlerinin mimarı benim mesela. Her sabah Anadolu’da ne olmuş ise Türkiye bu bültenlerden öğrendi. İstanbul’dan değil Anadolu’yu Ankara’yı göremezsiniz. ‘İstanbul’a kar yağmazsa Türkiye’ye kış gelmez’ benim sözümdür. Oysa ben ve ekibim hem önceki kanallarda hem de Show Tv de bu algıyı değiştirdik. Doğu’nun amansız kışını artık herkes ekranda görüyor ve yaşıyor. Tabii senin bu işte emeğin büyüktür. Bu işi o kadar iyi yaptın ki kış haberleri denince sen geliyorsun akla, büyük bir başarı bu.
Aslında siz Türkiye’nin en acı, en güzel yıllarına şahitlik etmiş, o anları kaydetmiş kaleme almış birisisiniz. Bugüne kadar birçok kitap yazdınız. Hepsinde sanki bir gizem var, bilinen ama anlatılmayan, mesela son kitabınız “VAKİTSİZ ŞARKILAR” O yıllara dair hatırlatmalar var ama sanki bir taraftan da anılarınızı gizlemişsiniz neden?
Bir gazetecinin yazdıkları hatıra değil gerçeğin ta kendisidir. Ben hayat hikâyemi yazmak istemem. Çünkü kendinizi yazarken anıda olsa başka insanların bir takım gerçeklerini göz önüne seriyorsunuz, özel hayat kavramını suiistimal ediyorsunuz. Bunu doğru bulmuyorum. ‘Vakitsiz Şarkılar’ makalelerim ve kendime dair anılarım ile hayatın arka kapağını anlatan bir kitap. O anılara koskoca bir halk şahitlik etti, hayatı paylaşmak için kaleme alındı. Elbette orada birkaç anım var. Onların hepsi yaşandı. Anıların üzerinden çok uzun yıllar geçti. Hiç biri unutulmadı, hala ilk günkü tazeliğini koruyor. Kitabı okuyan birçok kişi yaşanmış büyük olayları farklı bir dilde hatırlayacak ve herkes kendinden bir şey bulacak. Durmak yok yaşamaya devam.
Hiç de kolay değilmiş insanın meslekte ekol olmuş bir duayene soru yöneltmesi. Her soruya verilen cevap bir şey daha öğrenmeme sebep olurdu. Hiç kimse tesadüfü olarak bir yerlere gelmiyordu çünkü. Kırca anlatmasa gözlerinde o derin 39 yılın acılarını, sevinçlerini, başarısızlıklarını, üzüntülerini ve imkânsızı başarmanın hazzını görebiliyordum. 39 yıl hayatı paylaşmanın ne olduğunu daha derin hissettim. Neşeli devam eden röportajımızın son bölümünü Pusula gazetesine ayırdık. Gazeteyi dikkatle inceleyen Ali Kırca, yüzündeki mutluluk ifadesiyle şunları söyledi;
“Pusula gazetesi bir bölge gazetesi gibi değil, adeta ulusal gazete gibi içeriği çok geniş. Çok beğendim, Doğu’da böyle bir gazetenin çıkması büyük bir şans. Ege, Akdeniz ve Karadeniz’de vardı, Doğu’da niye olmasın. Doğu’nun böyle bir gazeteye ihtiyacı vardı. Türkiye’de bölge basınının da ulusal basın kadar güçlü olması gerektiğine inanan birisiyim. Basın güçlü olduğu yerde hiçbir şey gizli kalmaz. Pusulayı kuran geliştiren tüm arkadaşlarımı tebrik ediyorum, çok etkilendim.”
“Bayram sabahı giyeceğim ayakkabılarımı kimse elimden almasın diye sobanın fırın gözüne koydum. Sabah uyandığımda koşarak almaya gittiğimde yanmışlardı. Nereden bileceklerdi o siyah bağcıklı ayakkabılarımın yanan sobada küle döneceğini.”
Ustanın son kitabında çocukluk anıları kısmında yer verdiği, yanan ayakkabılarının yüreğine bıraktığı iz hala geçmemiş anlaşılan. Ali Kırca’nın makam odasındaki masası üzerinde bulunan bir çift ayakkabıyı görünce kitaptaki çocukluk anısı geliyor aklıma.
Yakın Plan yayınevi tarafından hazırlanan ve ilk baskısı 50 bin adet yapılan kitap, usta televizyoncu Ali Kırca’nın 2000’li yıllarda kimi gazetelerde kimi ise Ana haber bültenlerinde okuru ve izleyicisiyle buluşturduğu yazılarının bir derlemesi. Ancak kitabın sayfaları arasında gezinirken bir yandan yılların içinde kaybolup gitmiş, hatıralarda yer etmiş anılar çıkıyor karşımıza. Kırca’nın kitabı, sadece kitaptan ibaret değil. 2002 yılında stüdyoya girip seslendirdiği ‘Habersiz Türküler’ de kitapla beraber okuyucuya sunulmuş. Çökertme, Çamdan Sakız Akıyor, Ah Bir Ataş Ver, Sobalarında Kuru da Meşe Yanıyor, Sen Olasın Ürgüp gibi pek çok halk türküsünü albümünde seslendiren Kırca, okuyucusunu habersiz, vakitsiz bir duygu yoğunluğu içine salıyor albüm ile. Ali Kırca’nın hayata dair ve zamanın akışına direnen yazılarından oluşan kitabın belki de en ilginç yanı ise sonundaki Kehanet Yazıları. Okuyan herkes o günleri film şeridi gibi gözünün önünden geçirecek ve kendine dair çok şey bulacak diye tanımlamak mümkün.