Gazeteci Yazar Ahmet Tezcan ile tanışıklığımız çok eskiye dayanır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın basın danışmanlığını yaptığı dönemde sayısız yurt gezisine beraber katıldık. O yaptığı her işe biraz ruhunu, biraz profesyonelliğini, en çok da ihlâsını katan bir kişidir. Pusula gazetesinin kurulma aşamasında beklide en çok emeği geçenlerden biridir. Beraber çalıştığımız günlerde kendisinden çok şey öğrendiğimi de belirtmeliyim. Gazeteciliğin her alanında görev alan, asla işi ile arkadaşlığı birbirine karıştırmayan nadir insanlardan biridir. Babasına hayranlığını her fırsatta dile getiren Kırşehirli Ahmet Tezcan ile Erzurum’un o mistik havasında yeni çıkardığı “ Kafirun” adlı romanını masaya yatırdık. Henüz piyasaya yeni çıkmasına rağmen 3. baskısı kitapçılarda yerini alan romanın perde arkasını ince beli bardakta tavşan kanı çaylarımızı yudumlayarak konuştuk.
Bu sizin meslek hayatınızda ilk roman çalışmasınız değil, ne kadar sürdü romanın yazılması?
Daha önce hikaye kitaplarım vardı. Ama roman olarak bu benim ilk çalışmam. Bu çalışma benim aklımda hep vardı. Yıllar önce edebiyat fakültesinde öğrenci olduğum dönemde ‘Affet Beni Rüzgâr’ başlığıyla bir hikâye yazmıştım. Bu hikaye Orta Anadolu’da küçük bir şehirde, küçük bir mahallede yaşayan insanların hayatını anlatan bir hikayeydi. Modernleşme başlayıp, apartman olgusu ortaya çıkınca insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl koptuğunu, binalar yükseldikçe rüzgârın o binalara çarparak parçalanışı gibi insanların, komşuların, ailelerin birbirinden nasıl ayrılıp parçalandığını anlatan bir hikâyeydi. Kafirun’un özüne bakarsan 2000 yılında başladım yazmaya. Araya bir takım işlerim girdi yarım bıraktım. Sonra bir daha yazmaya başladım. Kitabımda tam iki hikmetten birini yazmaya başladığımda baktım ki bir yazar gibi değil evlat gibi yazmaya başladım. Bir daha toparladım ve 13 yılda kitabımı bitirdim.
1950’lerde yaşanan ‘İki Hikmet’in hikâyesini anlatıyorsunuz. Biri nurcu diğeri komünist, yolları nasıl kesişiyor?
Babam Nurcu. Said-i Nursi öldüğünde höyküre höyküre ağlamıştı. Neyse, kamyon şoförü babam şehre ayda bir geliyor. Geldiğinde bir kadını perişan bir halde çöpleri karıştırırken görüyor. Soruyor, Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın annesi Münire hanım olduğunu öğreniyor. Kırşehir Cezaevi’nde yatan oğlu için gelmiş İstanbul’dan. Kahvehanedekilerle ‘Bu kadına niye kimse yardım etmiyor?’ diye kavga etmiş. “Evimize alırsak komünist damgası vururlar” cevabını alınca “Size komünist damgası vuracaklar diye bu kadın ölecek mi?” diye çıkışıp kadıncağızı evine davet ediyor. İlk tanışma babamın cezaevine girmesi ile gerçekleşiyor.
İnsanın babasını kaleme alması zor bir durum olsa gerek?
Kesinlikle bende zorlandım. Başka bir gözle aileme memleketime baktım. Abartmadan yalın bir dille olayları anlatmak, duygusallığa kapılmamak kolay değildi.
Kitabınızda aslında günümüz Türkiye’sinde tartışılması gereken birçok konu var.
Bakın, Türkiye’de acıların yalınızca Doğu ve Güneydoğu’da yaşandığı bilinir. Oysa acılar ortak yaşandı ama Orta Anadolu insanı diğer bölgelerdeki gibi çok fazla baskın olamadılar. Acılarını kendi içlerinde yaşadılar. O günlerde de kitaplar toplatılıyordu. Yazılan kitaplar toprağa gömülüyordu. Yani değişen bir şey yoktu. Kafirun’daki temel karakter olan hikmetlerden biri benim babamdır. Ben ilk başta ‘Hikmet’leri birbirinden çok farklı iki insan olarak düşünüyordum. Bu tarafı bana cazip geliyordu. Ama Hikmet Kıvılcımlı’nın hayatını okumaya başladıktan sonra neredeyse şok oldum. Çünkü birbirinden farklı iki insan değiller. Aslında birbirine çok benzeyen insanlar.Bir insanın aynada kendisine bakması gibi bir şey bu. Bunun sebebi de köklerin aynı olması. İki Hikmet’ten bahsediyoruz. Ortada bir komünist Doktor Hikmet, bir de Nurcu Hikmet var. Fakat komünist Doktor Hikmet’in içinde de iki Hikmet var. Biri komünist olmadan önce son derece dindar olan Hikmet, diğeri de o dindar Hikmet’i bir türlü unutamayan ve onun argümanlarını siyasi ideolojisine taşımaya çalışan Hikmet.
Peki, adı neden Kafirun?
Kafirun suresinin anlamı şudur: (Ey Muhammed!) De ki: Ey inkârcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
Bugün içinden geçmekte olduğumuz çözüm sürecinde ışık tutuyor bir anlamda. Aynı topraklarda insan olarak yaşayabiliriz. Kitap tevakkuf olarak bu döneme denk geldi. Romanımı hazırlarken böyle bir gelişmenin ayak sesleri bile yoktu.
Kitap piyasaya çıkar çıkmaz çok tutuldu, 3. baskı yapılıyor. Böyle bir sonucu bekliyor muydunuz?
Peşinen söyleyeyim tabiî ki hayır. Bu ilgi bir yazar olarak beni memnun etti. Hatta ilk etapta belirli kitapçılarda vardı. Çok ilgi görünce beynelminel kitapçılarda Kafirun’u istedi. Hatta diğer baskıları yapmak için başka başka yayınevlerinin talepleri oldu. Durumdan memnunum yani. Ama isterim ki klasikler gibi çok uzun yıllar daha satışı devam etsin.
Kitap üçleme değil mi?
Evet. Üçleme bir kitap. İlk sayısı Kafirun. Ardından sonraki kitap 1971-1972’yi, üçüncü kitap 1981-1982’yi anlatacak. Bu kitaplar kurgu değildir. Bizzat Kırşehir’de yaşanmış, yaşatılmış olayları anlatıyor. Bundan sonraki çıkacak üçlemede benimde şahit olduğum olaylar yer alacak.
‘Alkımın Altından Kimse Geçemez’ romanın ikinci adı. Neden?
Koskoca bir millet gökkuşağının altından geçirilerek tabiatını değiştirmeye zorlandı ama bu mümkün değil. Gökkuşağının altından geçmek isteyen Anadolu’dan geçmek, Anadolu’nun fıtratına uygun siyaset geliştirmek zorunda.
Kitap piyasa çıktıktan kısa bir süre sonra sizin imza günleriniz başladı. Yazarlar genelde İstanbul’da imza günü yapar oysa siz Türkiye’nin birçok ilinde okurlarla bir araya geldiniz?
Benim sosyal medya takipçim bir hayli fazla. Kitap çıkar çıkmaz teklifler almaya başladık. Edirne’den Kars’a denir ya, aynen öyle. Zamanımız yettikçe her ile yetişmeye, sevenlerle buluşmaya çalışıyorum. İşte bugün Erzurum’dayız bir sonraki gün Eskişehir, İzmit, ve daha bir çok il. Gazeteci için yer, zaman, mekanın farkı yoktur. Bu nedenle istenen her yere yetişmeye çalışıyorum. Tüm okurlarıma ilgileri için teşekkür ediyorum.
Romanınızdan biraz geri gelirsek Van depreminin ardından bir kampanya başlattınız, “evim evindir”dediniz ve İstanbul’daki evinizde Vanlı bir aileyi bir yıldan fazla misafir ettiniz?
Van depremi hepimizi derinden sarsan bir olaydı. O tür durumlarda insan olarak ne yapabilirimi düşünüyorsunuz? Birçok fikir geliyor aklınıza, hemen atlayıp oraya gitmek en önce yapılası bir durum olarak akla yatıyor. Gidelim ama ne olacak, gidince zaten orada yaşayanlar sokakta kalmış. İkinci alternatif giyecek, yiyecek yardımı, o da sıkıntılı bir durum. Benim aklıma bu fikir geldi, sosyal paylaşım sitelerinde duyuru yaptım ve hemen zemin buldu. Ama şunu açıkça söylemek gerek ki; Okan Bayülgen’in bir hayli katkısı oldu, kampanyanın yayılmasını sağladı.
Ama bu işin fikir babası sizsiniz?
Hayır değilim. Bu iş 857 sene evvel yapılmış. Fikir Peygamber Efendimiz (s.a.v) aittir. Biz sadece tekrar ettik. Müslümanlık tarihi bunun gibi örneklerle dolu.
Kampanya sonucu ne oldu?
Birçok kişi Vanlı kardeşlerimizi evlerinde misafir etti. O günlerde bende Ankara’da yeni bir eve taşınmıştım. İstanbul’da ki yarı eşyalı evim boştu. Vanlı kardeşlerimizi bu evde konuk ettik. Şimdi birçoğu kendi evlerine yerleşti. Ama benim misafirim gibi onlarca aile vardı. Onlar bir parkın kenarındaki derme çatma bir barakada yaşıyorlardı. İlk depremde sarsılmış ikinci depremde yerle bir olmuştu. Bu ailelere henüz ev inşa edilmediği için Van’a geri dönemiyorlardı. Durumu bizzat sayın Başbakana illetim. Sayın Başbakan bu aileler için bir çalışma yapılması talimatını verdi. Bu aile onlarca aileyi kurtarmış oldu. 25 Mayıs’ta kura çekilişi olacak. Onlarda ev sahibi olacak. Son derece mutlu oldum. Allah bir daha bize böyle acılar yaşatmasın.
Bugüne kadar birçok fikri olayı tartıştığımız, mesleğin duayenlerinden Ahmet Tezcan ile yaptığım bu röportajdan son derece keyif aldım. Bana Ahmet Tezcan’ı soran herkese onun duruşunu şöyle özetliyorum. O kesinlikle mesleğine aşık biri. Kalemini asla kendi çıkarları için kullanmamış bir yapıya sahip, tıpkı Hadis-i Şerifte buyrulduğu gibi yaşıyor .” HİÇ ÖLMEYECEKMİŞ GİBİ BU DÜNYAYA, YARIN ÖLECEKMİŞ GİBİ AHİRETE ÇALIŞ” Yolun açık olsun sevgili Tezcan…