5A İLKESİ; AKIL, AHLAK, ADALET, ADAP VE AŞK
ADALET (3)
Hürriyet, dünyaya gözümüzü açtığımızda ilk haykırışımız, ilk meydan okuyuşumuz…
Adalet, hürriyeti taçlandıran erdem…
Arapça ‘adl’ kelimesinden dilimize yerleşen bir sözcüktür. Sözcük anlamı; yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmedir. Sadece sözcük anlamlarıyla değil, henüz kavramlaştırılamayan duygularla yaşaması gereken bir sözcüktür. Ancak zamanla sözcük anlamının bile içi boşaltılmıştır.
Adalet sadece, hukuk kurallarından oluştuğu zannedilen bir olgudur. Bu yüzden ‘adalet’ kelimesi geçtiğinde gözlerimin önüne duvarında Atatürk büstünün bulunduğu ve altında ‘Adalet mülkün temelidir.’ cümlesinin yazdığı mahkeme salonu gelir. Yaşadığımız her anda bizimle olduğu göz ardı edilir. Günümüzde insanların vicdanlarına göre değil, içlerindeki çıkar kavgaları sonucunda ortaya atılmaktadır. Adaletin sağlanması, kendi çıkarlarına engel teşkil ediyorsa, insanlar genellikle bu kavramdan habersiz yaşamayı yeğliyorlar. Bu da adil bir yaşamın olmasını engelliyor tabii.
Adaletin hukuk kurallarına hapsedilmesi insanın vicdanını da bilmediği bir yere hapsetmesine neden oldu. Zannedildi ki ‘adalet sadece insanlar arasında yaşanan anlaşmazlıkları çözmek için üretilmiş kurallar bütünüdür.’ Bu tanım da insanlık için son derece önemlidir. Fakat 5A ilkesini kendinde muhafaza etmek isteyen birey için yeterli değildir. Kişi; doğruluğu, dürüstlüğü, hak gözetmeyi kendi içinden gelerek istemelidir. Çeşitli dayatmalara tutsak olmaktansa kendi vicdanının yardımıyla hüküm vermelidir. Verdiği kararlar, mecburiyetten verilmiş birer ağırlık değil, vicdanen verilmiş bir rahatlık olmalıdır. Terazinin bir kefesi beynin verdiği kararlarla olacaksa diğer kefesi kalbin verdiği hislerle olmalıdır. Aksi takdirde, bir süre sonra mecburiyetten sıkılan bünye kendini yasaklanmış olanlara dayayacaktır.
Uzun yıllardan bu yana ‘adalet’ kavramının güçlü-güçsüz farkını oluşturan bir unsur olduğu görülmüştür. En iyi olmak, en iyiye sahip olmak, mevcut olandan daha fazlasını elde etme hırsı kararların vicdanen verilmesine engel olmuştur. Gerekirse güçsüzü ezerek istenileni elde etme tutkusu ‘adalet’ kavramını başka boyutlara taşımıştır. Nitekim Honoré de Balzac da bu düşünceyi desteklemektedir: “Kanunlar örümcek ağları gibidir: Zayıflar ağa yakalanır, güçlülerse ağı delip geçer.”
Akıl, ahlak, adalet, adap ve aşkın bir zincirin halkaları olduğunu daha önceki 5A yazılarında da ifade etmiştik. Biri olmadığında diğerlerinin de herhangi bir anlam ifade etmez. Bunlar içinde iki halka var ki diğer halkalara göre daha sıkı sıkıya bağlıdır birbirine: Ahlak ve adalet.
Adaletin hakkıyla yerine getirebilinmesi için, belirli erdemlere sahip olunması gerekir. Ahlak da bunların başında gelir. Daha önceki yazımızda da ‘ahlaklı’ olmanın şartlarını belirtmiştik. Bu şartlara uyan kişi zaten diğer düsturları da bünyesinde barındırıyor demektir. Adaletin özü, ahlaktır. Onunla var olur, onunla şekillenir, onunla yok olur. Montaigne’nin deyimiyle: “Adaletin olmadığı yerde ahlaktan bahsedilemez.”
Tüm insanlığın özünde bulunan fakat çoğu zaman çeşitli nedenlerle (bahanelerle) çevreye yansıtamadığı bu erdemler, dışa vurulduğu takdirde hayatın daha yaşanılabilir olmasını sağlar. Ancak şartlar insanları korkutur. Özünde olanları dışarıya çıkarmayı bir yük olarak benimser, asıl yükün sonradan edindiği düşünceler olduğunu bilmeden… Elbette er ya da geç dönüp sırtındaki yükleri inceleyecektir. Ama olması gereken zamanda mı?